Table Of ContentSAATÇİ
Jeffery Deaver
Çeviri
Yunus Saltuk
Düzenleme: emrah40
www.eskikitaplarim.com
SAATÇİ
Orijinal Adı: The Cold Moon
Yazan: Jeffery Deaver
Genci Yayın Yönetmeni: Meltem Erkmeıı
Çeviri: Yunus Saltuk
Editör: Onur Caymaz
Düzenleme: Gülen Işık
Düzelti: Fahrettin Levent
Kapak Tasarım: Serhat Filiz
3. Baskı: Mayıs 2009
ISBN: 978 9944 82-049-3
© 2006 Jeffery Deaver
Türkçe Yayım Hakkı: Akçalı Ajans aracılığı ile © Epsilon
Yayıncılık Hizmetleri Tıc. San. Ltd. Ştı.
Baskı ve Cilt: Melisa Matbaası Çiftehavuzlaf Yolu Acar Sitesi
No: 18 Davutpaşa Tel: (0212) 674 97 23
Yayımlayan:
Epsilon Yayıncılık Hizmetleri Tic. San. Ltd. Ştı.
Gürsel Malı. Nurtaç Cad. İcabet Sk. No:3 Kâğıthane/İstanbul
Tel: 0212.252 38 21 pbx Faks: 252 47 29
Internet adresi: www.epsilonyayinevi.com
e-mail: [email protected]
BİRİNCİ KISIM
Babam saatler zamanı öldürürler demişti. Zaman demişti,
küçük çarkların tik taklarından oluşup kaldıkça ölmüş
demektir; ancak saatler durursa zaman canlanır.
William Faulkner
Birinci Bölüm
00:02, Salı, gece yarısı
Ölmeleri ne kadar zaman almıştır, dersin?"
Sorunun muhatabı sorulanı duymamışa benziyor; dikiz
aynasına göz attı, yeniden kendini yola verdi. Saat gece
yarısını iki geçiyor, aşağı Manhattan sokakları buzlu. Soğuk
hava cephesi bulutları sürüklediği için gökyüzü berrak, ama
ayaz erken bastıran karı asfalta, betona yapıştırmış, yollar
ayna gibi. İki adam, Vincent'in aklı başındayken Mobil-
Yardım adını taktığı bej rengi cipte sarsılarak ilerliyor. Araba
eskice, frenler bakım istiyor, lastikleri değiştirmek gerek.
Yine de çalıntı arabayı servise sokmanın alemi yok; hele
önceki iki yolcusu cinayete kurban gitmişken, hiç olmaz.
Direksiyondaki elli yaşlarında siyah kısa saçlı adam dikkatle
yan sokaklardan birine saptı; aşırı hız yapmadan, kuralına
uygun manevralarla şeridin tam ortasından yoluna devam
ediyor. Yol buzlu veya kuru, araba az önce cinayete karışmış
karışmamış... Adam hiç istifini bozmadan sürüyor arabayı.
Dikkatli ve titiz.
...Ne kadar zaman almıştır?
Vincent enine boyuna biri; belindeki kahverengi kemerin
tokası son deliğinde, yine de göbeği zorlanıyor; sosis gibi iri
parmakları sürekli terlerken buz gibi soğukta ürperdi.
Bilgi işlemci olarak çalıştığı geçici işinden gece vardiyasını
bitirdikten sonra çıktı, köşe başında bekledi. Ayaz insanın
iliklerine işlediği halde, binanın hiç hoşlanmadığı lobisinde
vakit geçirmek istemedi canı. Işıklar yeşilimsi, salonun
duvarları çepeçevre ayna; orada dikilince armut biçimli
gövdesini her açıdan seyretmek zorunda kalıyor. O yüzden
kendini dışarıya, berrak ama buz gibi aralık gecesine attı, bir
ileri bir geri yürüyerek vakit geçirdi. O arada bir tane yer
fıstıklı gofreti mideye indirdi. Tamam, iki...
Vincent, sokağın iki yanında göklere uzanan karanlık
yapıların arasından ara ara görünen dolunayın ürkütücü
gümüş ışığını takip etmeye çalışırken Saatçi konuşuyor.
"Ölmeleri ne kadar zaman mı almıştır? İlginç."
Vincent, asıl adı Gerald Duncan olan Saatçi'yi tanıyalı pek
az oldu ama adama soru sorunca karşılığını hemen
alamayacağını öğrendi. En sıradan soruda bile, cevap yerine
uzun bir açıklama dinlemek zorunda kalıyor. Aslında adamın
ağzı laf yapıyor. Karşılık vermeye niyetliyse bir üniversite
profesörü gibi çok düzgün konuşmakta. Vincent, son birkaç
dakikalık sessizliği Duncan'ın düşünmeye ayırdığını anlıyor.
Vincent bir kutu Pepsi açıyor. Üşüyor fakat şekere ihtiyacı
var. Bir dikişte içiyor kolayı, teneke kutusunu cebine
tıkıştırıyor. Arada yeni bir yerfıstıklı gofret çıkarıp atıştırırken
Duncan yan gözle-Vincent'ın elinde eldiven olup olmadığını
kontrol ediyor. Mobil-Yardım'dayken ellerinde-eldiven
olmazsa olmaz!
Titiz olmak şart...
O sorunun birkaç farklı cevabı olabilir diye düşünüyorum."
Duncan'ın sesi yumuşak, takıntısız. "Örneğin ilk öldürdüğüm
yirmi dört yaşındaydı, öyleyse ölümü yirmi dört yıl sürmüş
sayılabilir."
Vincent, yeni yetme alaycılığıyla, ya tabii, tabii diye
geçiriyor içinden. Bir yandan da bu karşılığı akıl edemeyişine
yanıyor.
Öteki ise otuz iki filan olmalı..."
Yolun karşısındaki polis otosu, yanlarından geçip gidiyor.
Vincent'ın şakakları zonkluyor ama Duncan'da hiç tepki
yok. Polis, çalıntı Explorer ile ilgilenmedi bile.
Soruya bir başka açıdan da bakabiliriz, Vincent. İşe
başladığım dakikadan kalplerinin gerçekten durduğu ana
kadar geçen zamanı temel almak da olası. Senin kastettiğin bu
olmalı. Şimdi bak, insanlar zamanı kolay algılanır başvuru
çerçevelerine oturtmaya bayılır. Kolaylık sağladığı için
yararlıdır bu. Doğumda rahim ağzının yirmi saniyede bir
kasıldığını bilmek yararlı. Atletin bir mili üç dakika elli sekiz
saniyede koşabildiğini ve yarışı kazandığını bilmek de öyle.
Özel olarak, bu geceki kurbanların ölmeleri ne kadar zaman
almıştır, sorusuna gelince... Burada can çekişmenin uzun
sürmesi önemliydi." Vincent'a yan gözle bakıyor. "Soruna
eleştirel yaklaşmadım sanırım?"
Hayır." Ortada eleştiri olsa da umurunda değil, zaten.
Vincent Reynolds'ın pek arkadaşı yok. Hazır Gerald Duncan'ı
bulmuşken adam ne dese razı. "Merak etmiştim de..."
Anlıyorum. Pek dikkat etmemiştim. Bundan sonraki olayda
saat tutacağım."
Kız mı? Yarınki yani?" Vincent'ın nabzı hızlanıveriyor.
Duncan düzeltiyor, "Yani bugün ileri bir saatte, demek
istiyorsun."
Bir iki dakikalığına da olsa gece yarısını geçtiğine göre,
özellikle zaman söz konusuysa Gerald Duncan ile titiz ve
kesin olacaksın.
Doğrudur."
Aç Vincent'ın aklı bir sonraki kurban Joanne'a takıldığı için,
kafası karışık.
Bugün ileri bir saatte...
Katil arabayı karmaşık bir yol izleyerek şehir merkezinin
güneyine, Manhattan-Chelsea'ye, nehir kıyısındaki geçici
barınaklarına doğru sürüyor. Her taraf ıssız; ısı sıfırın altında
on derece gibi; rüzgâr dar sokaklarda uğulduyor.
Duncan arabayı kaldırıma yanaştırıp kontağı kapatıyor.
Arabadan çıkıyorlar. Ayazda, ısıran rüzgârın altında yarım
blok yürüyorlar. Duncan kaldırımdaki gölgesini takip ediyor;
dolunayın aydınlığı tepeden, az arkadan vuruyor.
Başka bir açıklama düşündüm. Ölmeleri ne kadar sürdü,
diye sormuştun hani."
Vincent yine tir tir titriyor. Bu kez sadece soğuktan değil.
"Meseleye onlar açısından bakacak olursak, kurbanlar için
ölüm sonsuza kadar sürer, diyebiliriz."
İkinci Bölüm
07:01, Salı
O da ne?
Sıcak büroda gıcırdayan iskemlede oturan iriyarı adam
kahvesini yudumlarken sabahın parlak ışıklarıyla aydınlanan
rıhtımın ucundaki şeyi daha iyi görmek için gözlerini kısarak
baktı.
Geceyi, Hudson Nehri üzerinde, Greenwich Village'ın
hemen kuzeyinde, römorkör tamir istasyonunda nöbet tutarak
geçirmişti. Kırk dakika sonra, dizel motorunda arıza olan bir
tekne bekleniyordu ama henüz rıhtım boştu, görevli sıcak
barakada ayaklarını masaya atmış, kahve fincanı göğsünde,
iskemleye yayılmıştı. Doğrulup camın buğusunu sildi,
dikkatle baktı.
O da ne?
Rıhtımın Jersey'e bakan ucunda küçük siyah bir kutu
duruyordu. Tesis dün akşam altıda kapandığında orada yoktu,
o zamandan bu yana rıhtıma yanaşan tekne de olmadı. Gerçi
önüne gelen yayanın tesise girmesini önlemek için demir
parmaklıklı kapıda asma kilitle zincir var ama arada kaybolan
takımlardan, çöp varillerinden biliyor; girmek isteyen yolunu
bulup dalabilir içeri.
İyi de, içerden almak varken neden dışardan getirip
bıraksınlar?
Bir süre bakıp kaldı; rıhtım soğuk, rüzgâr ısırıyor, içerde
kahve sıcacık. Sonunda talihine lanet ederek davrandı, kontrol
etmeye karar verdi. Kaim gri kabanını, eldivenlerini, kasketini
çekti, kahvesinden son bir yudum alarak insanın nefesini
kesen ayaza çıktı.
Soğuktan yaşaran gözleri kara kutuda, sert rüzgâra karşı
rıhtımın ucuna doğru yürüdü.
Canına yandığımın şeyi, nedir bu? Dikdörtgen bir şey,
yüksekliği bir karış var, yok; üst yüzündeki her ne haltsa, yeni
ışıyan güneşin yatık ışığı yüzünden parlayınca kamaşan
gözlerini kıstı hemen. Hudson'ın köpüklü suları ayaklarının
altındaki rıhtımın kazıklarında patlıyordu.
Kutuya üç metre kadar yaklaşınca ne olduğunu kavrayıp
duraladı.
Saat. Eski moda, kutulu duvar saati; kadranı o garip romen
rakamlı olanlardan; üstelik ön yüzünde kocaman bir de
aydede var. Pahalı bir şey olmalı. Kolundaki saate göz attı,
yerdeki doğru, demek işliyor. Böyle güzel şeyleri buralara
kim bırakır ki? Kimse kim, artık böyle bir hediyem var
demek.
İlerleyip yerden almaya davranırken birden ayaklan
gövdesinin altından kaydı, korkuya kapıldı, bir an nehre
uçacağını sandı. Korktuğu başına gelmedi; olduğu gibi bastığı
buz tutmuş yüzeyin üstüne çökmüş, daha öteye
sürüklenmemişti.
Korku ve acı içinde nefes nefese davranıp ayağa kalktı.
Başını eğip düştüğü yere baktı, buz bildiği buz değil, koyu
kırmızı-kahverengi.
"Ey Tanrım!" Baktığı kocaman lekenin saatin dibinde
göllenip donmuş kan olduğunu anlayınca fısıldayarak göklere
sığındı. İyice eğilerek dikkatle bakınca kanın oraya nereden
geldiğini anladı, daha da kötü oldu. Rıhtımın ahşabında kanlı
tırnak izleri vardı; sanki parmak ya da bilekleri kesilmiş biri,
Description:Soğuk bir Aralık ayı... New York sokakları. Aynı gece içinde işlenen iki korkunç cinayet. Katilin olay yerine bıraktığı, kadranı Ay Takvimi ile döşenmiş saatler ve uçuşup duran sorular: Bir insan ne kadar sürede ölür? Katil cinayeti işledikten sonra, olay yerine neden geri dön