Table Of ContentKURMA KIZ
Paolo Bacigalupi
Çeviri: Algan Sezgintüredi
Kurma Kız
Paolo Bacigalupi
Özgün Künye
The Windup Girl
© Night Shade Books, 2009
VERSUS KİTAP
© Her hakkı mahfuzdur.
Çeviri: Algan Sezgintüredi
Yayına Hazırlayan: Mehmet Kartal
Grafik Tasarım: Cemile Öz
1. Baskı, Ocak 2012
Versus Kitap: 131 / Edebiyat:23
VERSUS KİTAP
Sertifika No: 22806
Albay Faik Sözdener Sk. Benson İş Merkezi No:21/2
Kadıköy / İstanbul 34710
Tel: 0 216 418 27 02 (pbx) Faks: 0 216 414 34 42
www.aylakkitap.com
[email protected]
bir
“Yok! Mangosten[1] istemiyorum.” Anderson Lake uzandı,
parmağıyla gösterdi: “Şuradakinden istiyorum. Kav pollamayi
ni kap. Kırmızı kabuklu ve yeşil tüylüsünden.”
Köylü kadın tembul cevizinden[2] kararmış dişlerini
göstererek gülümsedi ve ardındaki meyve piramidini işaret
etti. “Un ni çay may ka?”
“Hah. Ondan işte. Kap.” Anderson başıyla evetledi ve
zoraki gülümsedi. “Neydi bunların adı?”
“Ngaw.” Kadın, sözcüğü onun yabancı kulağının
isteyeceği bir özenle telaffuz ederek bir numunelik uzattı.
Anderson meyveyi aldı, kaşları çatıldı. “Taze mi?”
“Ka.” Kadın başıyla evetledi.
Anderson meyveyi elinde çevirerek incelemeye koyuldu.
Meyveden çok deniz anemonunu ya da dikenli balon balığını
andırıyordu. Kabuğunun rengi habbe pası kırmızısıydı ama
kokladığında çürüme kokusu almadı. Meyve, görünüşüne
karşın gayet taze gibiydi.
Köylü kadın bir daha, “Ngaw,” dedi, ardından, aklından
geçeni okurmuşçasına ekledi: “Taze. Habbe pası yok.”
Anderson dalgın bir ifadeyle kafa salladı. Soi[3] çarşısı,
Bangkok’un sabah alışverişçileriyle kaynıyordu. Daracık
sokak leş kokulu curyan[4] yığınlarıyla, leğenlerde çırpınıp her
yana su sıçratan yılanbalıkları ve kızıl yüzgeçli plaalarla
doluydu. Çarşıyı tropik güneşin yakıcılığından koruyan
palmiye polimerinden muşambalar, her yana deniz ticareti
firmalarının elle yapılmış amblemlerinin ve Majesteleri
Çocuk Kraliçe suretlerinin gölgelerini düşürüyordu. Adamın
teki, elinde mezbaha yolunda çırpınıp gıdaklayan kırmızı
ibikli tavuklarla koşturuyor, parlak renkli fa sinleri[5] içinde
kadınlar, gülümseyen satıcılarla korsan U-Tex pirinci ve yeni-
nesil domates fiyatlarında indirim için pazarlık yapıyordu.
Hiçbiri erişmiyordu Anderson’a.
Kadın, müşteriyi kaçırma telaşıyla bir kez daha, “Ngaw,”
dedi.
Meyvenin upuzun tüyleri, kökenimi bil bakalım dercesine
gıdıklıyordu avucunu. Tıpkı yandaki tezgâhları doldurup
taşan domates, patlıcan ve kırmızıbiberler gibi, Tayland gen-
kırma tekniğinin bir diğer başarısıydı elindeki. Graham[6]
İncili tarikatının kehanetleri ete kemiğe bürünüyordu adeta.
Sanki Aziz Francis[7] mezarında dönüyor, beraberinde tarih
boyunca kaybedilmiş tüm kalorilerin ödülüyle yeryüzüne
çıkmaya hazırlanıyordu.
“Ve o, borazanlar eşliğinde dönecek ve cennet geri
gelecek…”
Anderson tuhaf meyveyi elinde evirip çevirdi. Sibiskoz
kokusu almıyordu. Kabukta habbe pası yoktu. Gen-kırma
kurtçuklarının izleri de görünmüyordu. Anderson’ın zihin
coğrafyasına Dünya’nın tüm meyveleri ve sebzeleri ve
çiçekleri ve ağaçları doluşuyor ama elindekini tanımlamasına
yardım edecek tek bir işarete dahi rastlayamıyordu.
Ngaw.
Muamma.
El işaretleriyle tadına bakmak istediğini belirtti, köylü
kadın meyveyi geri aldı. Kapkara başparmağı tüylü kabuğu
kolayca yarıverdi; ortaya solgun bir et çıktı. Meyvenin
saydam ve damarlı içi, Des Moines’daki araştırma
kulüplerinde verilen martinilere konan soğan turşularını
hatırlatıyordu.
Kadın meyveyi uzattı. Anderson ihtiyatla kokladı. Çiçeksi
bir şurup kokusu aldı. Ngaw. Var olmaması gerekirdi. Dün
yoktu. Dün, Bangkok tezgâhlarında bu meyveden bir tanecik
dahi yoktu; oysa bugün, yırtık pırtık muşambasının
gölgesinde yere oturmuş köylü kadının iki yanında birer
piramit yükseliyordu.
Kadının boynundan sallanan, kalori şirketlerinin tarımsal
salgınlarına karşı koruyucu altın Fra Süb muskası Anderson’a
göz kırpıyordu.
Keşke bu meyveyi doğal ortamında, dalından sarkarken ya
da bir çalının yaprakları arasındayken inceleyebilseydi. Daha
fazla malumatla cins ve aileyi tahmin edebilir, Tayland
Krallığı’nın kazıp çıkarmaya çabaladığı genetik geçmişten bir
fısıltı yakalayabilirdi ama elinde hiçbir ipucu yoktu. Kayağan
ve saydam ngaw topağını ağzına attı.
Doğurganlık ve şeker yüklü bir tat yumruğu patladı
ağzında. Yapışkan çiçek bombası diline yayıldı. Mısırlar
arasında yalınayak bir çiftçi çocuğuyken Iowa’daki HiGro
tarlalarından birinde, Ortabatı Kompakt firmasının
toprakbilimcilerinden birinin verdiği ilk akide şekerine kaydı
zihni. Koca bir yaşamı mahrum geçirdikten sonra ağzında
patlayan tat —gerçek tat— bombasının sarsıntısını yaşıyordu.
Güneş yağıyordu adeta. Alışverişçiler koşuşturup pazarlık
yapıyordu. Hiçbiri erişmiyordu Anderson’a. Ngaw’u ağzında
evirip çeviriyor; gözleri kapalı, geçmişi, bu meyvenin bir
zamanlar yeşermiş olması gereken zamanların, sibiskozun ve
Japon gen-kırma kurtçuklarının ve habbe pasının ve skabis
küfünün coğrafyaları yerle bir edişinden önceki zamanların
tadını alıyordu.
Bayıltıcı tropik güneş altında, etrafı kesime giden
tavukların çığlıkları ve su bizonlarının homurtularıyla çevrili
Anderson cennetteydi sanki. Grahamcı olsaydı kesin
dizlerinin üzerine çöker ve Cennet Bahçesi tadının geri
dönüşüne coşkuyla şükrederdi.
Kara çekirdeği avucuna tükürdü. Tarihteki botanikçilerin
ve kâşiflerin, yeni türlerin peşinde yeryüzü cengellerini delip
geçmiş adam ve kadınların gezi notlarını okumuştu. O
kitaplardaki keşiflerin, elindeki şu meyveyle karşılaştırılması
mümkün değildi.
Hepsi keşif peşinde koşmuştu o insanların. Anderson’sa
bir diriliş bulmuştu.
Köylü kadın malını satacağından emin, gülümsüyordu.
“Ao gi kilo ka?” Ne kadar vereyim?
“Güvenli mi bunlar?”
Kadın arkasındaki kaldırım taşlarına yaydığı Çevre
Bakanlığı sertifikalarını işaret ederek teftiş tarihlerini
gösterdi. “Taze ürün,” dedi. “Üst kalite.”
Anderson parıldayan mühürlere baktı. Kadının, sekizinci
nesil habbe pasına bağışıklığın yanında 111.mt7 ve mt8
sibiskozlarına direnci belgeleyecek tam teftiş süreciyle
uğraşmak yerine, mühürler için muhtemelen Beyaz
Gömleklere rüşvet verdiğini düşündü. İçindeki alaycı ses, ne
fark edecek, diyordu. İnce işli mühürler, mühür olmaktan çok,
bu tehlikeli dünyada insana güven vermeye yarayan birer
tılsım işi görürlerdi. Sibiskoz salgını tekrar başlasa bu
mühürler hiçbir işe yaramayacaklardı. Çünkü gelen yeni bir
sibiskoz çeşidi olacak, önceki türler için yapılmış eski
testlerin hepsi geçerliklerini yitirecek ve sonrasında insanlar
Fra Süb muskalarına ve Kral XII. Rama resimlerine dua
edecek ve ürünleri kaç Çevre Bakanlığı mührü süslerse
süslesin, hepsi birden kan tükürten öksürüklere
boğulacaklardı.
Anderson ngaw çekirdeğini cebine attı. “Bir kilo alayım.
Hayır... İki. Song.”
Pazarlık zahmetine girmeden uzattı keten heybesini.
Kadın ne fiyat talep ederse etsin az gelecekti. Mucizelere
paha biçilemezdi. Kalori vebasına dirençli veya nitrojeni daha
verimli kullanan bir gen, kârları patlatırdı. Aslında çarşıya
dönüp etrafına şöyle bir baksa gerçeğin her yanda kendini
gösterdiğini görecekti. Ara sokak, U-Tex pirincinin korsan
gen-kopya çeşitlerinden kızıl tavuğa kadar ne varsa satın alan
Taylandlılarla doluydu. Ama bunların hepsi AgriGen, PurCal
ve TotalBesin Holdinglerinin bir önceki gen-kırma
çalışmalarına dayanan eski yenilikler, Ortabatı Kompakt’ın
araştırma laboratuarlarının izbelerinde üretilmiş, eski bilimin
meyveleriydi.
Ngaw farklıydı. Ortabatı’dan gelmiyordu ngaw. Tayland
Krallığı başkalarının kafalarının çalışmadığı yerlerde
çalıştırıyordu kafasını. Hindistan, Burma ve Vietnam gibileri
kalori tekellerinin kapısında aç biilaç dilenerek domino taşları
misali art arda devrilirken Tayland gelişiyor, serpiliyordu.[8]
Ne aldığına bakmak için birkaç kişi durakladı ya, ödenen
fiyat Anderson’a az gelse bile herhalde kendilerine fazla
geldiğinden, oyalanmadan geçip gittiler.
Kadın ngaw dolu heybeyi uzattığında Anderson zevkten
kahkaha atmak üzereydi ama kendisini tuttu. Bu tüylü
meyvelerden bir tekinin bile var olmaması gerekirdi.
Heybesinin ağzına kadar canlı trilobitle[9] dolması gibi bir
şeydi bu. Eğer ngawın kökenine dair tahmini doğruysa, bu
meyve, bir Tyrannosaurus Rex’in Sukumvit Yolu’nda[10]
görülmesi kadar şok edici bir ‘yok oluştan geri dönüşü’ temsil
ediyor demekti. Öte yandan, nesillerdir kimsenin görmediği
patlıcangiller ailesinin çarşının her yanına tepeleme yığılı
üyeleri patatesler, domatesler ve kırmızıbiberler için de aynı
durum söz konusuydu. Bu batan kentte her şey mümkün
görünüyordu. Meyve ve sebzeler mezarlarından çıkıyor,
caddelerde soyu tükenmiş çiçekler açıyordu ve tüm bunların
ardında Çevre Bakanlığı’nın kayıp nesillerin genetik
malzemeleriyle yaptığı sihir yatıyordu.
Meyve dolu heybesini sırtına vurdu, kalabalığın arasından
geçerek soi çarşısının ardındaki caddeye çıktı. Sel baskınına
uğramışçasına sabah işe gidenlerle dolu IX. Rama Yolu’nun
trafiği selamladı Anderson’ı. Bisikletler, bisikletli çekçekler,
mavili-karalı su bizonları ve kocaman, sarsak megodontlar…
Anderson’ın gelişiyle Lao Gu döküntü bir iş hanının
gölgesinden çıktı, sigarasının yanan ucunu iki parmağı
arasında özenle söndürdü. Yine patlıcangiller.[11] Her
yerdeydiler. Dünya’nın başka hiçbir yerinde bulunmuyorlardı
ama burası patlıcangiller kaynıyordu. Lao Gu söndürdüğü
sigarasını sökük gömlek cebine tıkarak Anderson’ın önünden
bisikletli çekçeklerine koştu.
İhtiyar Çinli yırtık pırtık bezlere bürünmüş bir
korkuluktan öte değildi ya, gene de şanslıydı. Halkının çoğu
ölüyken Lao Gu hâlâ yaşıyordu. Diğer Malezyalı sığınmacılar
mezbahalık tavuklar misali, cehennem sıcağı Yayılım
gökdelenlerine tıkıştırılmışken kendisi çalışabiliyordu.
İncecik kasları ve Singha sigaralarına yetecek parası vardı.
Diğer sarı kart sığınmacılarının gözünde kral kadar şanslıydı.
Bisiklete oturdu ve Anderson’ın arkadaki yolcu yerine
yerleşmesini sabırla bekledi. “Ofise,” dedi Anderson. “Bai
Kap.” Ardından Çinceye geçti. “Zu ba.”
İhtiyar pedallara yüklendi ve trafiğe daldılar. Girişlerine
sinirlenen diğer bisikletçilerden sibiskoz alarmını andıran zil
sesleri yükseldi. Lao Gu aldırmadı, kalabalığa iyice daldı.
Description:23. Yüzyıl… Küresel Isınmayla yükselen okyanuslar dünya coğrafyasını değiştirmiş… Karbon temelli yakıtlar tükenmiş; enerji depolamada elle kurulan yaylar kullanılıyor… Biyoteknoloji dünyaya egemen ve kalori şirketleri adıyla tanınan devasa şirketler, "gen-kırma tohumlar"