Table Of ContentSylvia Day - Seninle Tamamlandım
Crossfire 5
www.CepSitesi.Net
1
Hiç uyumayan şehirdi New York; uykusu bile gelmiyordu hatta. Yukarı
Batı Yakası’ndaki dairemin ses izolasyonu milyonlarca dolarlık bir mülkten
beklenen seviyedeydi ama şehrin sesleri -tekerleklerin yıpranmış
sokaklardaki ritmik gümlemeleri, havalı frenlerin bezgin yakınmaları ve
taksilerin hiç durmayan kornaları- içeri süzülüyordu yine de.
Köşedeki kafeden çıkıp her zaman kalabalık Broadway’e adım atmamla
birlikte şehrin koşuşturmacası sarıverdi her yanımı. Manhattan’m bu
gürültülü karmaşası olmadan nasıl yaşamıştım acaba?
Onsuz yaşamayı nasıl başarmıştım acaba?
Gideon Cross’suz.
Çenesini ellerimle kavradım, yüzünü avuçlarımın arasına iyice sokuşunu
hissettim. Bu kırılganlık ve sevecenlik gösterisi ta içime işledi. Daha saatler
önce onun asla değişmeyeceğini ve hayatımı onunla paylaşmak için çok fazla
taviz vermem gerekeceğini düşünüyordum. Şimdiyse, onun cesareti
karşısında kendi cesaretimden kuşku duyuyordum.
Kendimden talep ettiğimden daha fazlasını mı istemiştim ondan? Kendim
inatla aynı kalırken onu ısrarla evrilmeye zorlamış olabileceğim ihtimali
utandırıyordu beni.
Karşımda duruyordu; uzun ve güçlü. Kot pantolonu, tişörtü ve kaşlarının
üstüne kadar indirdiği beyzbol şapkasıyla, dünyaca ünlü bir işadamı
olduğunun anlaşılması imkânsızdı, ama yine de öyle bir doğal cazibesi vardı
ki yanından geçen herkesi etkiliyordu. Etraftaki insanların nasıl da onu fark
ettiklerini ve sonra dönüp bir kez daha baktıklarını görüyordum yan gözle.
Gideon ister spor giyinmiş, ister o sevdiği, ısmarlama dikilmiş üç parça
takım elbiselerinden birini giymiş olsun, ince, kaslı vücudunun gücü gözden
kaçmazdı. Duruşu ve kusursuz bir kontrolle kullandığı otoritesiyle, geri
planda kalması asla mümkün değildi.
New York, içine giren her şeyi yutarken, Gideon tüm şehri altın yaldızlı bir
tasmayla elinde tutuyordu.
Ve benimdi. Parmağında benim yüzüğümü taşısa da buna inanmakta
zorlanıyordum bazen.
Gideon asla sadece bir adam olmayacaktı. Zarafetle kaplanmış yırtıcılıktı o,
kusurlarıyla mükemmeldi. Benim dünyamın merkezi, dünyamnsa.
merkezlerinden biriydi.
Ama o benimle olmak için kırılma noktasına dek eğilip büküleceğini
ispatlamıştı. Bu da benim onu göğüs germeye zorladığım bütün o acılara
değdiğimi ispatlamak konusundaki kararlılığımı tazelemişti.
Broadway boyunca dizilmiş dükkânlar bir bir açılmaktaydı etrafımızda.
Caddedeki trafik akışı yoğunlaşmaya başlamıştı, siyah arabalar ve sarı
taksiler engebeli yüzeyde çılgınca zıplıyordu. Köpeklerini yürüyüşe çıkaran
ya da erken bir sabah koşusu için Central Park’a uzanan şehir sakinleri birer
ikişer kaldırımlara dökülüyor, işgünü tüm hızıyla başlamadan çalabildikleri
kadar zamanı çalmaya çalışıyorlardı.
Mercedes tam biz yolun kenarına ulaşırken kaldırıma yanaştı; direksiyonda
iri yarı, gizemli kişilik, Raül vardı. Angus da Bentley’yi getirip arkasına
yanaştırdı. Gideon’ı ve beni farklı evlere götürecek arabalarımız. Bu nasıl
evlilikti böyle?
işin aslı şuydu ki, ikimiz de böyle olmasını istemesek de bizim evliliğimiz
buydu. Gideon, çalıştığım reklam ajansındaki patronumu kendi firmasında işe
alınca bir çizgi çekmem gerekmişti.
Kocamın benim Cross Holding’e katılmamı arzu etmesini anlıyordum, ama
ya arkamdan iş çevirerek beni buna zorlamasını?.. Buna izin veremezdim,
Gideon gibi bir adamla olmazdı. Ya beraber olur —kararlan beraber alırdık—
ya da ilişkimizi yürütemeyecek kadar uzaklaşırdık birbirimizden.
Başımı kaldırarak onun şahane yüzüne baktım. Pişmanlık vardı yüzünde ve
rahatlama. Ve aşk. Çok büyük bir aşk.
Yakışıklılığı soluğumu kesiyordu. Gözleri Karayip Deni-zi’nin mavisiydi,
gür ve parlak siyah saçları bir yele gibi omuzlarını süpürüyordu. Yüzünün her
çizgisi ve her açısı sevgi dolu bir el tarafından öyle bir mükemmellikle
çizilmişti ki insan büyüleniyor, mantıklı düşünemez oluyordu. Onu ilk
gördüğüm anda güzelliği karşısında büyülenmiştim ve hâlâ ara sıra durduk
yerde çarpıldığımı hissediyordum. Gideon gözümü kamaştırıyordu.
Ama asıl iş, içindeki adamdaydı; onun bitip tükenmeyen enerjisi ve
gücünde, son derece sevecen olabilen bir yüreğin eşlik ettiği o keskin zekâsı
ve insafsızlığında...
Teşekkür ederim. Kaşının koyu yayında dolaşan parmak uçlarım, Gideon’ın
tenine her dokunduklarında olduğu gibi ürperiyordu. Beni aradığın için. Bana
rüyanı anlattığın için. Benimle burada buluştuğun için.
Seninle her yerde buluşurum ben. Bir yemindi bu sözcükler, ateşli ve içten
bir yemin.
Herkesin içinde şeytanlar vardır. Gideon’mkiler, o uyanıkken onun
demirden iradesinin kafesinde, kilit altındaydı. Uyuduğundaysa, benimle
paylaşmamakta direndiği birtakım can yakan, kötücül kâbuslar halinde belirip
ona işkence ediyorlardı. Gideon’la pek çok benzer noktamız bulunuyordu,
ama çocuklukta yaşadığımız istismar, bizi hem yakınlaştırıp hem de
uzaklaştıran ortak bir travmaydı. Gideon ve ilişkimiz için daha da çok
mücadele etmeme neden olan şeydi bu. İstismarcılarımız yeterinden fazla şey
almışlardı bizden zaten.
Eva... Dünyada beni senden uzak tutabilecek tek güç sen-sin.
Bunun için de teşekkür ederim diye mırıldandım, yüreğim sıkışarak.
Geçtiğimiz günlerde yaşadığımız ayrılık ikimizi de çok hırpalamıştı. Bana
yalnız kalabileceğim bir alan bırakmak senin için kolay değildi, biliyorum
ama buna ihtiyacımız vardı. Ve seni çok zorladığımı da biliyorum...
Fazlasıyla.
Buz gibi sözlerinin verdiği acıyla büküldü dudaklarım. Gideon istediği şeyi
alamamaya alışık bir adam eğildi. Ama bana ulaşmasına engel olunmasından
ne kadar nefret etse de, o yoksunluk Gideon’ı ilerlemeye zorladığı için
birlikteydik şu anda. Biliyorum. Ve sen de bunu yapmama izin verdin, çünkü
beni seviyorsun.
Sevgiden öte bir şey bu. Bileklerimi tutup, içimdeki her şeyin teslim
oluvermesine neden olan o hükmedici tavırla sıktı.
Başımla onayladım; birbirimize bazılarının sağlıksız bulacağı derecede
muhtaç olduğumuzu kabullenmekten korkmuyordum artık. Biz buyduk,
ilişkimiz böyleydi. Ve çok kıymetliydi.
Dr. Petersen’a birlikte gideceğiz. Sözlerindeki buyruk havası fark
edilmeyecek gibi değildi; oysa bakışları sanki bir soru sormuşçasma
dolaşıyordu gözlerimde.
Amma da patronluk taslıyorsun ha! diye takıldım ona; birbirimizden iyi
hislerle ayrılalım istiyordum. Umutla. Dr. Lyle Petersen’la haftalık terapi
seansımıza yalnızca saatler kalmıştı ve bundan daha iyi bir zamanlama
olamazdı. Bir köşeyi dönmüştük ilişkimizde. Bundan sonraki adımlarımızın
ne olması gerektiğini belirlemede biraz yardım almak fena olmayacaktı.
Ellerini belime doladı. Bayılıyorsun buna.
Tişörtünün ucundan tutup yumuşak penyeyi avuçladım. Sana bayılıyorum
ben.
Eva. Titreyen sıcak nefesi boynumu yalayıp geçti. Manhattan çevremizi
sarmıştı ama bize karışmıyordu. Birlikte olduğumuzda başka hiçbir şeye yer
yoktu.
Boğuk bir açlık sesi yükseldi içimden. Onun için yanıp tutuşuyor, onu
arzuluyor, bedeni bir kez daha bedenime yaslandığı için zevkten titriyordum.
Derin soluklar alarak içime çektim onu, parmaklarım sırtının sert kaslarını
yoğuruyordu. İçime yayılan heyecan dalgası başımı döndürüyordu. Ona
bağımlıydım ben —kalbim, ruhum ve bedenimle— ve günlerdir ihtiyacım
olan dozu alamadığım için dengem bozulmuş, elim ayağım titrer hale gelmiş,
doğru dürüst yaşayamaz olmuştum.
Benimkinden çok daha iri ve sert bedeniyle sarıp sarmaladı beni.
Kollarında güvendeydim; sevildiğimi ve korunduğumu hissediyordum. Onun
kollarındayken hiçbir şey dokunamaz, hiçbir şey zarar veremezdi bana. Onun
da benden aynı güvenlik hissini almasını istiyordum. Gardım düşürüp bir
soluk alabileceğini, benim ikimizi de koruyabileceğimi bilsin istiyordum.
Daha güçlü olmak zorundaydım. Daha akıllı. Daha korkutucu.
Düşmanlarımız vardı ve Gideon onlara karşı tek başına savaşıyordu.
Koruyuculuk doğasında vardı onun; büyük hayranlık duyduğum
niteliklerinden biriydi bu. Ama insanlara benim de kocam kadar dişli bir
hasım olabileceğimi göstermeye başlamalıydım artık.
Daha da önemlisi, Gideon’a ispatlamalıydım bunu.
Ona iyice sokularak sıcaklığını içime çektim. Sevgisini. Beşte görüşürüz
şampiyon.
Bir dakika bile gecikme istemem! diye buyurdu sertçe. Elimde olmadan
güldüm; bütün pürüzlü, sert yanlarına tutkundum onun. Yoksa?
Geri çekilip öyle bir baktı ki bana içim titredi. ‘Yoksa gelir alırım seni.
O saatte —sabahın altısında— yakalanma riski yüksek olduğundan üvey
babamın çatı katı dairesine girerken, soluğumu tutup parmaklarımın ucuna
basmalıydım. Bense, kafam yapmam gereken değişikliklerle meşgul
olduğundan, kararlı adımlarla paldır küldür dalmıştım içeri.
Duşa girecek zamanım az da olsa vardı, ama girmemeye karar verdim.
Gideon bana dokunmayalı çok zaman olmuştu. Elleri üzerimde dolanmamış,
bedeni bedenimin içinde olmamıştı nicedir. Yıkanıp dokunuşunun anısını
yitirmek istemiyordum. Yalnızca bu verebilirdi yapılması gerekenleri yapma
gücünü bana.
Sehpalardan birinin üstündeki lamba çıt diye yandı. Eva.
Sıçradım. Tanrım!
Döndüm ve annemi oturma odasındaki kanepelerden birinde oturur
buldum.
Ödümü kopardın! diye suçladım onu, elimi hızla çarpan kalbimin üstünde
dolaştırarak.
Annem ayağa kalktı; yere kadar uzanan, fildişi rengi, ışıl ışıl saten
sabahlığı, hafifçe bronzlaşmış biçimli bacaklarını sarıyordu. Onun tek
çocuğuydum, ama gören bizi kardeş sanırdı. Monica Trammell Barker
Mitchell Stanton, güzelliği ve bakımı konusunda takıntılıydı. Mesleği, servet
avcısı eş olmaktı annemin, sermayesiyse genç ve güzel görünümü.
Senden önce ben söyleyeyim diye söze başladım. Evet, düğün konusunu
konuşmamız lazım. Ama şu anda gerçekten hazırlanıp işe gitmem ve akşam
eve dönebilmek için eşyalarımı toplamam gerek...
Biriyle ilişkin filan mı var senin?
Çat diye sorduğu bu soru az önceki pususundan daha fazla şaşırtmıştı beni.
Ne? Hayır!
Tuttuğu soluğunu bıraktı, omuzlarındaki gerginlik gözle görülür şekilde
kalkmıştı. Tanrıya şükür. Neler olup bittiğini bana anlatacak mısın peki?
Gideon’la aranızdaki şu tartışma ne kadar kötüydü?
Kötüydü. Gideon’m verdiği kararların ilişkimizin sonunu getirdiğini
sanmıştım bir süre, işleri düzeltmeye çalışıyoruz anne. Yolda bir tümseğe
takıldık sadece.
Ondan günlerce kaçmana neden olan bir tümsek, ha? Sorunları bu şekilde
halledemezsin Eva.
Uzun hikâye...
Kollarını kavuşturdu. Benim acelem yok.
Ama benim var. Hazırlanıp gitmem gereken bir işim var benim.
İncindiği belli oluverdi yüzünden. Anında pişman olmuştum. Bir zamanlar
ben de, büyüyünce tıpkı annem gibi olmak isterdim. Onun giysilerini giyip,
topuklu ayakkabılarının üstünde sendeleyerek, pahalı krem ve makyaj
malzemelerini yüzüme sıvayarak saatlerimi geçirirdim. Annemin dünyanın
en güzel ve en mükemmel kadını olduğundan en ufak bir kuşku duymaz,
onun buğulu sesini ve seksi tavırlarını taklit etmeye çalışırdım. Bir de onun
erkeklerle olan ilişkisine, erkeklerin ona bakışlarına ve üzerine titreyişlerine
özenirdim... Kısacası ondaki o büyülü dokunuş bende de olsun isterdim.
Nihayetinde büyüdüm; saçımın modeli ve gözlerimin rengi dışında her
şeyimle onun kopyası olup çıktım. Ama yalnızca dış görünüşümüz böyleydi.
Aslında kim olduğumuza bakıldığında bundan daha farklı iki kadın
olamazdık ve yazık ki bu benim kendimle gurur duyduğum bir konu haline
gelmişti. Giyim ve dekorasyon dışında ona hiçbir konuda danışmaz
olmuştum.
Ama bu durum değişecekti. Hem de şimdi.
Gideon’la ilişkimi yürütmek için bir sürü değişik taktik denemiş, ama en
yakınımdaki insandan, tanınmış ve güçlü adamlarla evli olmak konusunu
gayet iyi bilen annemden yardım istememiştim.
Tavsiyene ihtiyacım var anne.
Kelimelerim bir an havada asılı kaldı ve ardından annemin kavrayışın
getirdiği şaşkınlıkla irileşen gözlerini seyrettim. Hemen sonra annem sanki
dizlerinin bağı çözülmüş gibi yeniden kanepeye gömüldü. Şaşkınlığı, onu
nasıl da tümüyle dünyamın dışında bıraktığımı anlamama neden olan sert bir
darbe olmuştu bana.
Karşısındaki kanepede yerimi alırken içim acıyordu. Annemle neyi
paylaşıp neyi paylaşmayacağım konusunda dikkatli olmayı, beni deli eden o
tartışmaları başlatabilecek bilgileri ona vermemek için elimden geleni
yapmayı öğrenmiştim.
Her zaman böyle değildi işler. Üvey abim Nathan, tıpkı masumiyetimi
aldığı gibi, annemle aramdaki sıcak, basit ilişkiyi de alıp götürmüştü. Annem
istismarı öğrendikten sonra değişmiş, taciz noktasına varan aşırı korumacı
yaklaşımıyla beni sıkboğaz etmeye başlamıştı. Hayatta benim dışımdaki her
konuda kendinden son derece emindi. Ben söz konusu olduğumdaysa kaygılı
ve müdahaleci oluyor, zaman zaman işi neredeyse delilik düzeyine
vardırıyordu. Yıllar içinde, gerçeğin etrafından dolanmaya ve sırf huzur
bozulmasın diye bütün sevdiklerimden bir şeyler saklamaya fazlasıyla zorlar
olmuştum kendimi.
Gideon’m ihtiyaç duyduğu türden bir eş nasıl olunur bilmiyorum diye
itirafta bulundum.
Omuzlarını geriye attı, tüm duruşu değişmiş, öfkesi bedenine yansımıştı.
Onun mu biriyle ilişkisi var yoksa?
Hayır! isteksiz bir kahkaha kaçıverdi ağzımdan. Kimsenin ilişki yaşadığı
filan yok. Biz birbirimize öyle şeyler yapmayız. Yapamayız. Bu konuda
endişelenmekten vazgeç.
Annemin kaygısının asıl kaynağı kısa süre önce babamla yaşadığı kaçamak
mı acaba diye düşünmeden edemedim. Kafasını mı kurcalıyordu bu konu?
Stanton’la ilişkisini sorgulamaya mı başlamıştı? Bu konuda ne hissedeceğimi
bilemedim. Babamı çok seviyordum, ama aynı zamanda üvey babamın da
tam annemin ihtiyaç duyduğu türden, mükemmel bir koca olduğuna
inanıyordum.
Eva...
Gideon’la ben birkaç ay önce gizlice evlendik. Tanrım, bunu böylece
söyleyivermek nasıl da iyi gelmişti.
Annem gözlerini kırpıştırdı. Bir kez, bir kez daha. Ne? Daha babama
söylemedim diye devam ettim. Ama onu bugün arayacağım.
Gözleri biriken yaşlarla buğulandı. Neden? Tanrım, Eva!.. Nasıl oldu da bu
kadar uzak düştük biz birbirimizden?
Ağlama. Gidip yanına oturdum. Ellerini tutmak istedim ama o bana sımsıkı
sarıldı.
Tanıdık kokusunu içime çektim ve yalnızca bir annenin kollarında
bulunabilen o huzuru hissettim. Birkaç kısa an için en azından. Planlanmış bir
şey değildi anne. Hafta sonu tatiline çıkmıştık, Gideon bana teklif etti ve her
şeyi de o ayarladı... Kendiliğinden oluverdi. Anlık bir karardı.
Geri çekildi; gözyaşlarıyla yol yol olmuş yüzünü, gözlerindeki ateşi
gördüm. Evlilik sözleşmesi olmadan mı evlendi seninle?
Güldüm; gülünmeyecek gibi değildi. Annem tabii ki mali ayrıntılara
odaklanacaktı. Para nicedir hayatındaki itici güç olagelmişti. Evlilik
sözleşmesi var.
Eva Lauren! Binlerine baktırdın mı bari? Yoksa o da mı kendiliğinden
oluverdi?
Her kelimesini okudum.
Sen avukat değilsin ki! Tanrım, Eva... Ben seni bundan daha akıllı
yetiştirmiştim!
Altı yaşında bir çocuk bile anlardı o maddeleri diye sertçe yanıtladım;
evliliğimle ilgili beni rahatsız eden asıl sorun buydu: Gideon’la benim
işlerimize burnunu sokan haddinden fazla insan vardı ve onların yüzünden
dikkatimiz dağılıyor, asıl üzerinde çalışılması gereken meselelerle uğraşacak
zamanımız kalmıyordu. Evlilik anlaşmasını dert etme sen. Richard’dan
okumasını istemeliydin. Bunu neden yapmadığını anlayamıyorum. Çok
sorumsuzca. Yani ben...
Ben gördüm zaten Monica.
Üvey babamın sesini duyunca ikimiz birden döndük. Odaya giren Stanton
güne hazırdı, lacivert takımı ve sarı kravatı ile şık görünüyordu. Gideon’m da
bu yaşa gelince tıpkı üvey babam gibi görüneceğini düşündüm: fiziksel
olarak formda, saygın ve her zamanki gibi tam bir alfa erkeği.
Öyle mi? diye sordum, şaşkınlıkla.
Cross haftalar önce göndermişti bana. Stanton annemin yanma geçerek elini
eline aldı. Daha iyi koşullar istenemezdi. Her zaman daha iyi koşullar vardır,
Richard! dedi annem sertçe.
Yıldönümleri ve çocukların doğumları gibi önemli olaylarda Eva için
ödüller vardı, ceza anlamındaysa çift terapisi dışında hiçbir şey yoktu.
Evliliğin bitmesi durumunda varlıkların dağıtımında adil olmaktan bile öteye
geçilmiş. Cross’a anlaşmayı kendi şirket avukatlarına inceletip
inceletmediğini soracaktım neredeyse. Muhtemelen şiddetle karşı
çıkmışlardır.
Annem bir an durup bunları sindirmeye çalıştı. Sonra sinirle ayağa fırladı.
Ama gizlice evleneceklerini biliyordun demek? Biliyordun ve bana hiçbir şey
söylemedin?
Tabii ki bilmiyordum. Stanton bir çocuğa mırıldanır gibi yumuşacık bir ses
çıkararak annemi kollarına aldı. İlerisi için hazırlık yaptığını düşünmüştüm.
Bilirsin, böyle şeylerde genelde birkaç aylık bir pazarlık süresi olur. Gerçi bu
durumda benim isteyebileceğim başka hiçbir şey yoktu.
Ayağa kalktım, işe zamanında gitmek istiyorsam acele etmeliydim. Geç
kalmak istemiyordum, hele de bugün.
Nereye gidiyorsun? Annem doğrularak Stanton’dan uzaklaştı. Bu tartışma
henüz bitmedi. Böyle bir bombayı patlatıp sonra da çıkıp gidemezsin!
Ona doğru dönüp geri yürüdüm. Cidden hazırlanmam lazım. En iyisi
beraber öğle yemeği yiyip konuşmaya o zaman devam edelim, ne dersin?
Hadi ama ...
Sözünü kestim. Corinne Giroux.
Annemin gözleri önce irileşip sonra kısıldı. Tek bir isim. Başka bir şey
söylememe gerek yoktu.
Gideon’m eski sevgilisi daha fazla açıklama gerektirmeyen bir sorundu.
Manhattan’a gelen birinin, anında bir tanıdıklık hissetmemesi nadirdir.
Şehrin silueti sayısız film ve televizyon dizisiyle ölümsüzleşmiş, New York
aşkı şehrin sakinlerinden tutun dünyanın öbür ucunda yaşayanlara kadar
herkese yayılmıştır.
Ben de bunun istisnası değildim.
Chrysler binasının Art Deco zarafetine hayrandım. Adanın neresinde
olduğumu Empire State binasını kerteriz alarak milimi milimine
konumlayabilirdim. Adanın aşağı kısmına hâkim olan Özgürlük Kulesi’nin
soluk kesici yüksekliğinden çok etkileniyordum. Ama Crossfire binasının eşi
benzeri yoktu. Ortaya çıkmasına vizyonuyla önayak olan adama âşık
olmadan önce de böyle düşünüyordum.
Raûl Mercedes’i kaldırıma yanaştırırken ben de Crossfire’ın bir dikilitaşı
andıran formunu sarıp sarmalayan karakteristik safir mavisi camlara
bakıyordum hayranlıkla. Başımı geriye atmış, gözlerimi tepedeki noktaya,
Cross Holding’in merkezinin bulunduğu apaydınlık alana kaldırmıştım.
Yayalar hızla gelip geçiyorlardı yanımdan, kaldırım bir ellerinde dumanı
tüten kahve bardakları, bir ellerinde evrak ya da omuz çantaları olan
işadamları ve işkadınlarıyla dolup taşıyordu.
Gideon’ı daha görmeden varlığını hissettim; Mercedes’in arkasına yanaşan
Bentley’den inmesiyle, tüm bedenim bir farkındalık hissiyle uğuldamaya
başlamıştı. Etrafımdaki hava elektriklenmiş, yaklaşan fırtınayı haber veren o
çıtırtılı enerjiye bürünmüştü.
Fırtınanın gücünün Gideon’ın azap çeken ruhunun huzursuzluğundan
geldiğini bilen az sayıda kişiden biriydim.
Ona dönerek gülümsedim. Aynı anda gelmiş olmamız bir tesadüf değildi.
Gözlerindeki onaylamayı görmeden anlamıştım bunu.
Kömür grisi bir takım elbise ile beyaz bir gömlek giymiş, kendinden çizgili
kumaştan, gümüş rengi bir kravat takmıştı. Mürekkep karası saçları seksi ve
uçarı bir havayla çenesini ve yakasını süpürüyordu. Beni başta yakıp kavuran
o seksi yakıcılıkla bakıyordu hâlâ bana, ama şimdi o parlak mavinin içinde
bir sevecenlik ve benim için bana verebileceği her şeyden daha çok şey ifade
eden bir açıklık vardı.
O yaklaşırken ben de ona doğru adım attım. Günaydın, Gizemli ve
Tehlikeli.
Dudakları muzipçe büküldü. Keyiflenince bakışları daha da ısınmıştı.
Günaydın, karım.
Eline uzandım ve onun da bana uzanarak elimi sıkıca tutması içimi huzurla
doldurdu. Anneme söyledim bu sabah... evlendiğimizi.
Koyu kaşlarından biri kalktı önce, ardından gülümsemesi büyüyerek
muzaffer bir memnuniyet havasına büründü. Güzel.
Hiç utanmadan sergilediği bu sahiplenici tavrı karşısında gülerek omzuna
hafifçe vurdum. Şimşek hızıyla hareket ederek beni yakaladı ve gülümseyen
ağzımın köşesinden öptü.
Neşesi bulaşıcıydı, içimin onunla dolup taştığını, son birkaç gündür
kapkaranlık olan tüm köşelerimin birer aydınlandığını hissettim. İlk molamda
babamı arayacağım ve ona da haber vereceğim.
Ciddileşti. Neden şimdi de daha önce değil?
Kısık bir sesle konuşuyordu, duyulmasın diye iyice alçalt-mıştı sesini.
İşlerine giden kalabalıklar bize pek ilgi göstermeden yanımızdan akmaya
devam ediyordu. Yine de kendimi fazla ortada hissederek yanıt vermekte
tereddüt ettim.
Sonra... Doğruyu söylemek hiç olmadığı kadar kolay geldi. Sevdiğim
insanlardan öyle çok şey saklıyordum ki. Küçük şeyler, büyük şeyler. Bir
yandan değişimi umarak ve değişime ihtiyaç duyarak mevcut durumu
korumaya çalışmıştım hep. Korkuyordum dedim ona.
Biraz daha yanıma yaklaştı, bakışları ciddiydi. Ve artık korkmuyorsun.
Hayır.
Nedenini bana anlatırsın bu gece.
Başımla onayladım. Anlatırım.
Eli ensemi kavradı, hem sahiplenme hem de sevecenlik vardı tutuşunda,
ifadesiz yüzü hiçbir şeyi açık etmiyordu ama gözleri... O mavi, masmavi
gözleri... Onlar duyguyla dolup taşıyordu. Bu işi başaracağız meleğim.
Aşk, kaliteli bir şarabın verdiği keyif gibi ılık ılık yayıldı her yanıma. İyi
bildin!
Waters Field & Leaman’m kapısından, bu prestijli reklam ajansında
çalıştığımı söyleyebileceğim günleri kafamdan sayarak girmek tuhaf bir
duyguydu. Megumi Kaba, resepsiyon masasının arkasından el sallayıp,
telefonda olduğunu ve konuşamayacağını anlatmak için kafasındaki kulaklığa
dokundu. Ben de ona el sallayarak kararlı adımlarla kendi masama doğru
ilerledim. Halletmem gereken çok şey ve yoluna koymam gereken yeni bir
başlangıç vardı.
Ama her şey sırasıyla. Çantamla torbamı en alttaki çekmeceye bıraktım,
koltuğuma yerleştim ve her zamanki çiçekçimin web sayfasını açtım. Ne
istediğimi biliyordum. Koyu kırmızı bir kristal vazo içinde iki düzine beyaz
gül.
Beyaz saflığı simgeler. Dostluğu. Sonsuz aşkı. Aynı zamanda teslim
bayrağıdır. Gideon’ı benden ayrı kalmaya zorlayarak savaş hatlarını ben
çizmiş, sonunda da kazanmıştım. Ama kocamla savaşmak istemiyordum.
Eskiden yaptığım gibi, çiçeklere iliştirilecek zekice bir not düşünmek için
uğraşmadım, içimden geldiği gibi yazıverdim.
Sen mucizevi bir adamsın Bay Cross.
Benim için çok kıymetlisin ve seni çok seviyorum .
Bayan Cross
Web sayfası, siparişimi sonlandırmam için uyardı beni. Gönder yazan yere
tıkladım ve bir an durup Gideon’m armağanım hakkında ne düşüneceğini
hayal ettim. Bir gün onu, benden gelen çiçekleri alırken seyretmek isterdim.
Sekreteri Scott çiçekleri içeri götürdüğünde gülümsüyor muydu acaba?
Yönettiği toplantıyı durduruyor muydu notlarımı okumak için? Yoksa yalnız
kalabileceği nadir sakin anlarından birini mi bekliyordu?
Bu olasılıkları aklımdan geçirirken dudaklarım kıvrıldı. Gideon’a armağan
vermeye bayılıyordum.
Ve yakında armağan seçmek için daha fazla zamanım olacaktı.
Ayrılıyor musun?
Mark Garrity’nin gördüklerine inanamayan gözleri istifa mektubumdan
ayrılıp benim gözlerimle buluşmuştu.
Patronumun yüzündeki ifade mideme bir yumru gibi oturdu. Evet. Daha
önceden haber veremedim, özür dilerim. Yarın son günün mü? Arkasına
yaslandı. Gözleri, teninden daha açık tonda, sıcak bir çikolata tonuydu ve
ifadesinde hem şaşkınlık hem de düş kırıklığı bir aradaydı. Neden Eva?
İç geçirerek dirseklerimi dizlerime dayayıp öne eğildim. Ve yine gerçeği
söylemeyi seçtim. Bu şekilde kestirip atmak hiç profesyonelce değil,
Description:Kocamın benim Cross Holding'e katılmamı arzu etmesini anlıyordum, ama .. Kıdemsiz bir müşteri temsilcisi olarak küçük bir ofisi vardı ve yolun.