Table Of ContentHİLÂL VE HAÇ
Abdullah Ziya KOZANOĞLU
BİLGE KÜLTÜR SANAT
HARON LEŞİT
Bacaklarına koyun pöstekileri sarılmış gibi iri ve kıllı
ayak ^bilekleri ile yerleri eşeleyen koca beygirlerin
üzerindeki korkunç adamları, Haron Levi çipil gözleriyle
küçücük görmek gafletinde bulundu.
Bu yanlış görüş sonunda -her küçük şey gibi sevimli ve
zararsız olduklarını sanarak- yanlarına sokulmakla da kendi
ölümüne kendi ayağıyla gitmiş oldu:
- Yaşasın ölmeyen ve bizi yedi kere yedi bin kat göklerin
üstünden koruyan Allah'ın oğlu büyük İsa!
Dev atların üstünde uyuklar gibi duran atlılardan biri
gürledi:
- İsa yaşasın, yaşasın ama biz de yaşayalım bezirgan.
- Siz de yaşayın!
- Bir şeyler sökül de yaşayalım.
Haron Levi'nin kırpıştırdığı gözleri açıldı; o zaman ilk
görüşünün sakatlığını sezdi. İri atlar, üzerindeki dev
heriflerden daha küçüktü. Atlar küçülmüş, serseriler
büyümüştü.
İçlerinden biri yere atladı. Haron Levi'nin karşısına
dikildi.:
- Sana kim derler bezirgan?
- Haron Leşit.
- Anlamadım?
- Haron Leşit. İsa'nın bu yoksul kullarına bir şeyler satar
geçinirim. Adım çok tanınmıştır.
- Yani zavallıları kazıklar, soyarsın.
Haron Levi, elinden geldiği kadar şirin görünmek zoru
ile kirli dişlerini ileri çıkararak sırıttı:
- Onlarda soyulacak hal kalmış mı arslanım?
- Doğru, sen mal satarak, senin sattığın malları biz
ellerinden alarak çırılçıplak ettik koca Haçlılar ordusunu.
Haron Levi'nin gönlü bulanmaya başladı:
- Sizinle meslektaş olduğumu bilmek bana şeref verdi.
- Ama bize şeref vermiyor.
Tam bu sırada bir bezirgan karşısında atlarından hep
birden inmeyi yiğitliklerine yediremeyen devlerden biri,
çizmesinin burnu ile yoksul Haron Levi'nin çenesine bir
tekme attı.
Haron Levi, dibi kesilmiş zeytin ağaçları gibi
patırdayarak yüzükoyun yerdeki tozların içine yatıverdi.
- Merhamet İsa'nın sevgili kulları, merhamet, diye inledi.
Fakat İsa'nın sevgili kullarında babalarına bile merhamet
edecek surat yoktu.
- Ya malını, ya canını bezirgan, diye gürlediler. Sözü
uzatma. "Mal" sözü yerde cansız gibi yatan Haron Levi'nin
başını tozlar içinde havaya kaldırmaya yetti:
- Arslanlarım, dedi. Ben malım ile canımı hiçbir zaman
yan yana bulundurmam.
Canım size kurban olsun, fakat yanımda bir Frenk
mangırı bile taşımam.
Yerdeki dev adam:
- Hele bir bir arayalım, diye homurdandı. Bak canının
düşeceği korkunç hali görünce, malın tıpış tıpış nasıl yanına
gelir.
Tekrar yere eğilmeye tenezzül etmeden Haron'un beli ile
kaba etleri arasına öyle usturuplu bir tekme attı ki, yayına
dokunulmuş kukla ibişi gibi Haron, olduğu yerde dikiliverdi.
Fakat tecrübeli bezirgan bu konuşmalardan, bu ustaca
yapıştırılan tekmelerden kimlerin karşısında bulunduğunu
anlamıştı. Birden kanaraya götürülen danalar gibi böğürerek
ağlamaya başladı.
Sesinin bütün kuvveti ile bağırıyor, arada bir de
boğuluyormuş gibi öğürüyordu.
Haron, kopardığı bu şamata ile dinsiz ve merhametsiz
atlıların yüreğini yumuşatamayacağını çok güzel biliyordu.
Fakat bir yerden bir şeyler olur, birisi yardıma koşar diye
umutlanıyordu.
Bu düşüncesinde aklanmadığı meydana çıktı. Bir ses
gürledi:
- Ne oluyor, orada? İnek boğazlayacak başka yer
bulamadınız mı kuyruksuz hergeleler.
Bu "Kuyruksuz hergeleler" sözü, atlıların çok ağrına
gitti.
Haron Levi'nin yardımına bir gelen olmuştu ama, bu
gelenin de Haron'u kurtarayım derken, kendi bacaklarını
kırdırması da olmayacak işlerden değildi.
Bir an için yardımcısının gür sesinden ümitlenerek
canının ve dolayısıyla malının kurtulduğunu sanan Haron'un,
çatlak sesin sahibini görünce ümitleri kırılıverdi.
Bu yeni gelen de kendini soymak isteyenler gibi bir
serseri idi ve üstelik de silâhsızdı.
Nitekim, yerdeki atlı homurdandı.
- Sen kim oluyorsun? Ölümüne mi susadın, defol!
Ağaçların arasından büsbütün çatlak ve gür çıkan sesin sahibi,
başını gururla doğrulttu:
- Bizimle konuşurken biraz dikkatli ol arkadaş, biz
çizmeleri yırtık, kokmuş ayaklarınızla kirlettiğiniz bu yerlerin
sahibi Kadı Han'ız.
- Anlamadım? Nerenin sahibi?
- Viyana'dan, İstanbul'a kadar tekmil bu toprakların
hakanıyım. Haron Levi, kendisine biraz olsun gülen kurtuluş
ümidinin bu duyduğu son sözlerle büsbütün uçuverdiğini
anladı.
Bu kurtarıcı taslağı bir zırdeli idi.
İçinden:
"- Hey gözünü sevdiğim Musa peygamber, dedi.
Büyüksün, büyüklüğüne şüphe yok ama, imdat isteyen sadık
kuluna yardım etsin diye gönderdiğin şu deliye bak da
kendinden utan."
Yerdeki atlı da, bu deliye kızmayı lüzumsuz görmüş
olacak ki:
- Hoş gör sayın hakan! dedi. Sizi böyle bayraksız, atsız,
silâhsız, yiğitsiz, çaputsuz görünce birden tanıyamadık.
Deli bu sözlere büsbütün kızdı:
- Kulaksız hergele, diye gürledi. Yoksul insanları
güçlendiren at, silâh ve çaput gibi pis şeylerin bana bir değer
vereceğini sanıyorsan al. İşte bir atım oldu.
Deli birden sıçradı. Hayır, sıçramadı, iki ayağı üzerinde
yaylandı, bir çekirge gibi havada uçtu, yerdeki atlının başıboş
duran atının üstünde dikiliverdi: Sonra:
"- Yanlış görmüş olmayalım?" diye gözlerini şaşkınlık ve
korku içinde açan üç serseri ile yerde doğrulmak üzere olan
Haron'u alaylı gözlerle süzdü.
- İşte bir atımız oldu, dedi. Başka eksiğimiz de var mı?
- Var pis uğru, tarla haydudu var! Böyle bir kılıcın eksik.
Delinin kendi atlarına teklifsiz, destursuz konmasına
sinirlenen serserilerden biri kılıcını çekmiş, atını tepmiş,
üzerine saldırı-vermişti.
Haron, korkusundan gözlerini yumdu. Bu hareketi ile de
eşi şövalye düellolarında bile görülmeyen, krallara lâyık bir
kavgayı kaçırmış oldu. Delinin tepesinde enli kılıç bir şimşek
gibi çakmış, kafasını yarmak için iniyordu. Kalkanı, kendini
koruyacak hiçbir şeyi olmayan bu yoksul, birden eğildi.
Yuvarlak başını, elinde kılıç atılan serserinin karnına
gömüverdi.
Bir çığlık, demin Haron'un dana boğazlamasını andıran
sahte çığlığından on kere daha tüyler ürpertici, sahici bir
çığlık duyuldu.
Serserinin iki kolu birden ipi çekilmiş kuklalar gibi
havaya uçtu.
Sonra arkası üstü tozların içine yuvarlandı.
Başıboş kalan kalın bacaklı atı, çalıların arasında koşarak
kayboldu.
Deli, elinde parlayan kılıcı havada sallayarak üçüncü
serseriye doğru, üzerinde bulunduğu yeni atını tepti.
- Kılıç kötü amma, siz mademki at ve kılıç
meraklısısınız, işte kılıcımız da oldu.
Şimdi de bir bayrak lâzım. Adımı unutmadınız değil mi?
Kadı Han, kim bu Kadı Han?
Bilmiyor, tanımıyor gibi durmayın, kulaksız hergeleler...
Ben adının anıldığı yerde havaya dikilmiş baş kalmasından
hoşlanmayan hakanlardanım. Eğilin, Attilâ'nın torunu Kadı
Han'ın karşısındasınız, eğilin, bre sersemler... Eğilin ve
canınızı bağışlamam için yere kapanıp. Tanrı'ya yajvarın.
Haron Levi, korkudan yarım kalmış aklına rağmen artık
kurtulduğunu sezdi:
- Yaşasın Attilâ'nın torunu haşmetlû hakanımız Kadı
Han, diye haykırdı ve içinden de:
"Büyük Musa peygamber, dedi. Bir an için senin
büyüklüğünden şüphe eden bu uğursuz kulun Haron Levi'yi
affet. Sen çok büyük peygambersin, buradan yardımın ile
kurtulursam sana iki yüz koç kurban edeceğim."
Attilâ'nın torunu hiç de şakası yok gibi gözüküyordu.
- Biz bir şey sorunca öyle devedikeni yalamış sıpalar
gibi sırıtıp kalmayın bre. Ne biçimde benim bayrağım?
Attilâ'nın bayrağında ne vardı?
Haron Levi, dişini sıktı, kafasını kazıdı. Bin bir çeşit
milletin, kralların, sultanların bayrağını, meslek zoru ve
bayraksız oluşu yüzünden tanırdı.
Fakat adını duyup, ordusunu hiç görmediği bu şanlı
hakanın bayrağını bilemiyordu.
Fakat Kadı Han hazretleri, onları bu sıkıntıdan kurtardı:
- Bilemiyor musunuz? dedi. Yazık, bilmiş olsanız
canınızı bağışlayacak, suçlarınızı hoş görecektim.
Haron'u soymak isteyen serserilerin gözünde hayatın,
yaşamanın pek önemi yoktu.
Bire karşı üç, çarpışmayı göze alacaklardı.
Fakat Kadı Han, hem çabuk konuşuyor, hem konuşurken
de dilediğini elleri veya bacakları ile yerine getiriyordu!
- Size bir bayrak yapayım, diye alay etti. Şöyle at
üstünde ve şıpınişi bir bayrak! Bir daha, bir hakan torununa:
(Bayrağın, kılıcın, atın nerede?) diye sulu sırıtkan, sorgu sual
sıralamaya cesaret edemezsiniz.
Atıldı, kendisine en yakın serserinin, omuz ve göğsünde
kılıcını bir şimşek hızı ile gezdirdi.
Haron, burada da korkusundan gözlerini yummak
gafletinde bulundu.
Böylece yedi yüz yıl sonra sinema filmlerinde bile eşi
gösteri-¦lemeyen güzel bir kılıç oyununu seyretmekten
mahrum kaldı.
Kılıç, serserinin vücudundan ayrılırken, ucunda kırmızı
ve sarı bezlerle birlikte bir bayrak şeklini almış, gömleği
alınan serseri de çırılçıplak kalıvermişti.
Kadı Han güldü.
- Bayrak fena değil, amma çok pis kokuyor! Kulaksız
hergeleler sizi. Hiç yıkanmaz bu namussuz günbatılılar, dedi.
Bir buyrultu çıkaracağım, benim ülkeme girmeden önce, Tuna
nehrine girip yıkanmayı şart koşacağım! Haydi bakalım,
şimdi toplayın kuyruklarınızı, atı da, kılıcı da bayrağı da
gördünüz, toplayın bre!
Serserilere doğru üstünde kurulup, sahip çıktığı yeni
atını sürdü.
Tam usta bir binici olduğu her halinden anlaşılıyordu.
Description:Bacaklarına koyun pöstekileri sarılmış gibi iri ve kıllı ayak bilekleri ile yerleri koca beygirlerin üzerindeki korkunç adamları, Haron Levi çipil gözleriyle küçücük görmek gafletinde bulundu.Bu yanlış görüş sonunda -her küçük şey gibi sevimli zararsız olduklarını sanara